Hayatımızda daha önce ancak hayal ürünü filmlerde gördüğümüz sahnelere rastlıyoruz gündelik haber bültenlerinde artık. Ancak mikron ile ölçülebilen mikroskobik bir virüs dünyamızı altüst etmeye yetti. İnsanoğlunun ulaştığı teknoloji, ilim, bilim..
Hayatımızda daha önce ancak hayal ürünü filmlerde gördüğümüz sahnelere rastlıyoruz gündelik haber bültenlerinde artık. Ancak mikron ile ölçülebilen mikroskobik bir virüs dünyamızı altüst etmeye yetti. İnsanoğlunun ulaştığı teknoloji, ilim, bilim çaresiz ve herkes şaşkın. Sarsıntı geçiriyoruz, sarsılıyoruz. Sars virüsü bile böyle sarsamamıştı bizi. Nasıl normalleşeceğiz, nasıl devam edeceğiz, bilmiyoruz.
Dünyanın iyileşmeye ihtiyacı var acilen. İyileşme sözcüğünü çok sevdim bugünlerde. Almanca dilinde de hastalara bizde olduğu gibi “gute besserung” dileği iletilir, “iyi iyileşmeler” anlamına gelir. İyileşmek, herhangi bir rahatsızlıktan kurtulmanın yanında daha iyi birey(ler) olmak anlamını da çağrıştırdığı için yeniden keşfedip çok sevdim bu kelimeyi.
Dolayısıyla dünyanın bu mikroskobik virüs sayesinde yeniden iyileşmesini bekliyorum. Bu virüsün bizi zorladığı ev hapsinin manevi dünyamızı zenginleştirip “iyilik salgınına” dönüşmesini umuyorum.
Seçimini bizim yapmadığımız, kaderini ve kederini bizim başlatmadığımız bir hayatın dizginlerini elimize alıp duygusal sorumluluğunu da üstlenmemiz bekleniyor bizden. “İnsan üç beş damla kan ve bin endişe” diyor Sadi. Bir kez daha anladık ki, ( hepimiz anladık mı bilmiyorum ama ben o iyimserliği taşıyorum en azından ) tekbaşına hayatlarımızı iyileştiremeyiz ve biz yine yeniden birbirimize dönüp birbirimizi iyileştirerek karşılıklı ruhsal acı çıkarma seanslarıyla acılarımızı dindirmeliyiz.
Doğru birçoğunuzun da tespit ettiği gibi Batı Kültürü ideolojisi bize şunu fısıldıyor; “herkes kendi mutluluğunun efendisidir”. Yeterince gayret gösterirsen, kendi kaderinin efendisi olabilirsin. Doğu Kültüründe de zaten “kader gayretullaha aşıktır“ demiyor muyuz ? Böylece maalesef yenilgiden korkan ve başarısızlıkla yüzleşmekten ürktüğü için hayattan kaçan ve uyuşturuculara sığınıp kendisini felç eden yaşayan kadavralara dönüşüyoruz. Ortamız yok, biraz maddi güç, unvan, teknolojik donanım bizi güçlü kılınca ya da biz öyle olduğunu düşününce doğadan, doğanın diğer tüm canlılarından kendimizi soyutladık.
Belki seçmediğimiz bir hayatın içine fırlatıldık ama kadere verdiğimiz duygusal tepkilerimizden biz sorumluyuz. Teslim olmak da, “hepimiz tekkanatlı melekleriz ve sadece birbirimizi kucaklarsak uçabiliriz” şiarıyla yanyana durup ıstıraplarımızı ortaklaştırmak da bizim elimizde. Kendimizi hayatın tüm yaşanılası hüsran potansiyeline açma yürekliliği göstermek zorundayız. Doğayı paylaştığımız diğer canlılara insan üstünlükçülüğünü dayatmadan yaşamalıyız artık. Edinimlerden çok kayıptan kaçınmayı yeğliyoruz. Kendini ve dünyayı yeniden şekillendirme yeteneği olan insan “aman elimdekini kaybetmeyeyim” endişesiyle insanlığın toptan kaybetmesine neden olacağının farkında değil maalesef. Ayaklarımızın altındaki zemin kayıp gidiyor oysa.
Ortak ruhsal acılarımızdan yükselecek bir çığlık dünyayı değiştirmeye yetebilir. Mesele dünyayı tüm canlılar için yaşanılabilir, başımızı sokabileceğimiz bir gezegen kılabilmekte. Bunu yaparken acımasızca canımızın parçasını, bütün canlılarımızın anası doğayı katlederek değil. Onca ihtişamlı yapılarınla, doğayı mahvettiğin teknolojik gücünle gözünle göremediğin bir virüsle başedebiliyor musun. Doğanın kendi usulünce hesap sormayacağını mı düşünüyordun yoksa.
Doğal afet uyarılarına rağmen hala dünyanın tek sahibi gibi hareket etmenin doğal bir intikam ile sonuçlanması kaçınılmaz. Tek şansımız dünyanın iyileşmesi. İnsanlığın kendisini insan kılan değerlere geri dönmesi, hatta onları kucaklaması. Doğayla bütünleşmesi. Hayvanlarla paylaşması. Barbarlığından, doğa ve hayvan kıyımından vazgeçmesi.
“Suyun üzerinde mi yürüyorsun ? Bir kamış bunun daha iyisini yapar. Havada mı uçuyorsun ? Bir sinek bunun daha iyisini yapar. İyisi mi sen kabini fethet; o zaman belki iyi biri olursun” demiş Abdullah Ensari. Hepimizin içdünyasının bakıma ihtiyacı var. Ama bunu tekbaşına yapamayız. Bunun için başka insanlara, maneviyata, doğaya, sanata ihtiyacımız var.
Hani soruyorsunuz ya, komplo ya da bir proje de olabilir bu virüs. Virologlara göre başka stratejistlere göre başka arkaplanı var. Politikacılar da belki çok daha farklı bir pencereden bakıyorlar. Parayı icat ettikten sonra dinlerden çok paraya taparak mazlumun merhametini ayaklar altına alan insan güce tapan bencillere dönüştü. Sonrasında insan bütün insanların birbirlerinden kopuşu, birbirilerine karşı savaşı ve savunması hızlandı. İnsanı insana karşı korumak için doğanın her canlıya ait olan müşterek kaynakları heba edildi.
“Umutsuzluğun eşiğinde atılan çığlık bana bir ihtimal getirin, der. İhtimal beni kurtarabilecek tek şeydir. Bir ihtimal doğdu mu, umutsuz kişi yeniden nefes almaya, yeniden yaşamaya başlar. Çünkü ihtimal olmadan insan adeta nefes alamaz”, diyor Sören Kierkegaard ve ekliyor; “İnançlı kişilerin umutsuzluğa karşı ebediyen güvenilir bir panzehiri vardır : İhtimal. Çünkü tanrı için her an herşey mümkündür. İmanın bütün çelişkileri çözdüğü hakikati budur.”
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)