Öncelikle geçmiş olsun ve başın sağ olsun İzmirimiz. Bizim bundan tam 20 sene önce yaşadıklarımızı, o acıyı ve o travmayı güzel şehir İzmir yaşıyor şuan da. Bir klasiktir ama yıkılan..
Öncelikle geçmiş olsun ve başın sağ olsun İzmirimiz. Bizim bundan tam 20 sene önce yaşadıklarımızı, o acıyı ve o travmayı güzel şehir İzmir yaşıyor şuan da. Bir klasiktir ama yıkılan sadece evler değil, hayaller, duygular ve hatta gelecekler oluyor. Belki de en çok tüylerimizi diken diken eden cümle işte o enkazda kalanlar için umut ışığı oluyor. “Sesimi duyan var mı?”.
Öğlen otururken koltuğunuzda, üstünüzü örtmesi gereken battaniye yerine sadece beton ve toz oluyor o boşlukta. Her tıkırtı ardından gelen sallantı biraz daha gömerken sizi, tek düşünebildiğiniz Allahım bu acı ya çabuk bitsin, ya da beni bir an önce kurtar oluyor.
Dışardakilerde zamanla yarışıyor o anda. Yardım için uygun boşluktan enkaz altındakine ulaşmak isterken, altınızdan kayan toprak ve enkaz aslında sizi de bir yandan, yardım bekleyen bedenden uzaklaştırıyor. Ama içinden “ha gayret, eğer ömür verdiyse Allah onun sen kurtarıcısısın, biraz daha dayan” diyorsun. Karşınıza bir oyuncak ayıcık çıkıyor. Betonlar arasına sıkışmış bir aile resmi yada mutlu bir ailenin defalarca yemek yediği yemek masasını görüyorsunuz önünüzde. Sonra… sonra biraz daha inince derine bir çocukla karşılaşıyorsunuz. Evet diyorsun, tamam diyorsun işte buldum buraya gelme amacımı diyorsun. Hemen topuğuna bakıyorsun. Biliyorsun ki topuk sıcaksa hala umut vardır. Ama… ama işte uzandığın ayaklar senin elinden bile küçük, elleri seninkinden çok daha ufak olan beden, belli ki ileride taşımakta zorlanacağı dünyanın yükünü, şimdi hiç taşıyamamış…
Akrabalar, insanlar bekliyor umut ışığı ile o moloz yığınından gelecek iyi haberi.. Biri diyor ki, org sesi duyduk, biri diyor ki tamam az kaldı merak etmeyin, başka haber geliyor ulaşmak üzereyiz. Diyorsun ki içinden, inşallah ulaşırlar hemen. Ama ulaşılan beden her zaman iyi haber getirmiyor size. O anda enkaz altında siz varmışsınız gibi yıkılıyorsunuz olduğunuz yere.. ama diyorsunuz o daha çok küçük.. belki de.. belki de siz yanlış görmüşsünüzdür diyorsun… bir daha bakın… iyice bakın…
Hayat o kadar kısa ki, aldığınız nefesi tekrar verene kadar o kadar çok şey kayboluyor ve gidiyor ki. Dönüp bakınca geriye bunun için mi kırdım onu, bunun için mi tartıştım diyorsun içinden. Ölenler maalesef her zaman kötüler olmuyor işte bu hayatta. O küçücük bedenin ölümünü, zinaya bağlayan, Peygamber olmadan, Peygamberliğe soyunup Allah ‘ın uyarısı bu diyenler ölmüyor işte.
Yada hayatının 25 yılını bir sürü fedakarlık yaparak aldığın evi yapan, aslında yapamayan, insan hayatını 3 kuruş paraya tercih eden de ölmüyor. Hadi ölmesinde bari cezasını en ağır şekilde çeksin diyorsun. Ama kot pantolon giydiği için tecavüzü mazur gören, karısını öldürünce tahrik indiriminden yararlanan hukuk sistemimiz maalesef… oda ceza veremiyor. İçindeki acı ve öbür tarafta bulacağın ilahi adaletten başka bir şey kalmıyor elinde. Ama ya bu ekilen nefret ve acı tohumu sana nasıl ceza verecek yıllar içinde.. Onu da ancak yaşayan ve yaşayacak olan bilir.
İşte ülkemizin üzerinde yaşadığı coğrafya tam olarak da bize bunu anlatıyor, almamız gereken dersleri bize kafamıza vura vura öğretmeye çalışıyor ama biz ilk 10 dakika ile sonraki 3 gün içinde ancak alacağımızı alıp hayatımıza devam ediyoruz.
Lütfen.. Bunu okuyan siz, enkaz alıntındaki, yada dışarı da bekleyen yakın olmadan, bu acıyı tecrübe etmeden ders alalın. Bırakın seçimler kaybedilsin, bırakın bir daire daha az satışınız olsun, bırakın kazancınız aynı işi yapanlardan çok az olsun.. ve bırakında bu coğrafyada yaşayan halk artık huzurla, korkusuz ve mutlu olarak otursun.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)