‘Koca’ adam oldum ama ‘anı’ dinlemeye hala bayılıyorum. Bu kez doğumumla ilgili anları ailemle konuşmaya başladık. Ablam, benden büyük tabii; o günleri gayet iyi hatırlıyor. Tebrik/hayırlama için annem ‘Lohusalık’ döneminin..
‘Koca’ adam oldum ama ‘anı’ dinlemeye hala bayılıyorum. Bu kez doğumumla ilgili anları ailemle konuşmaya başladık. Ablam, benden büyük tabii; o günleri gayet iyi hatırlıyor. Tebrik/hayırlama için annem ‘Lohusalık’ döneminin bitmesini bile beklemeden evde hazırlıklara başlamış.
Gelen-gidenler için yemek menüsü hazırlamış. Her geçen gün menüye yenileri ekleniyormuş. İlk menünün listesi şu şekildeymiş: Chia tohumu eşliğinde ejder meyveli smoothie. Liçi meyvesi eşliğinde efuli. Starex meyvesi eşliğinde aloevera. Orman meyveli special. Pataşur içinde çerkez tavuğu. Zencefilli somonlu suşi. Tartalet içinde humus. Susamlı levrek simidi.
Hizmetçimiz var tabii ki. Ablam, ‘Bunları sofraya karıştırmadan nasıl yerleştirmeyi beceriyorsun’ diye sormuş. Hizmetçi işinin ehli biri; “Aşçıya tembih ediyorum. Yemekler hazır olunca önceden hazırladığım etiketleri, aile içi danışmanın göstermesi ile yemeklerin üzerine yerleştiriyorum.” Meğer konuklar da yemekleri karıştırabiliyorlarmış. Bir keresinde konuklardan biri, aslan sütünü, ayran diye midesine yuvarlamış.
Annem konuklar için mehter takımını sokağa dizmiş. Sanırsanız sokağımızın fetih şöleni yapılıyor. Konuklar yavaş yavaş gelmeye başlamışlar. Komşularımız pek muzip; ‘hayrola oğlanı doğurdunuz da damatlığa mı hazırlıyorsunuz, sokağımız defile gibi oldu’. Annem bir laf edecek olmuş ama, eskort sesiyle birden başını sokağın başına doğru çevirmiş. ‘Çakar’lı arabalar birbiri ardına dizilmişler.
Kara kara gözlüklü yine kara kara takım elbiseli kişiler Fahrettin Gümüş amcanın gönderdiği ‘SS Mercedes’lerden inmeye başlamışlar. Ablam, anneme, ‘Bunlar senin mayfa’dan mı’ deyivermiş. Annem, hiç istifini bozmamış: “ Olur mu öyle şey, bunlar mafyaya Bakan’lar”
Salon bir anda lebaleb dolmuş. Annem çok memnun, iki de bir ‘barekallah’ deyip duruyormuş. Hatır kelamlarının ardından sıra hediye faslına gelmiş. İlk faslı ‘tek taş’ yüzükle bir hanım açmış. Dayımızın damadı babama dönmüş; ‘ Siz dolarla mı maaş alıyorsunuz…’ Babam şaşırmış tabii… Damat devam etmiş, ‘ Yok yanlış anlamayın, üzerimde Türk lirası yok da dolar olur mu diyecektim’. ‘Altın’ı üstüne getirmişler, sonunda euroda karar kılmışlar. Müteahhit bir ara babama zarf uzatmış. Babam heyecanla zarfı açmış, içinden ‘Geçmesen de Olur Köprüsü’nün ihale davet mektubu çıkmış… Babam ‘bu ne’ diyecek olmuş, müteahhit ‘ Hay Allah yanlış zarf vermişim’ diyerek, öbür cebinden hediye olarak hazırladığı ‘on bin dolarlık çeki’ babama uzatmış. Ama annem en çok da paramont otelindeki bir haftalık tatil hediyesine çok sevinmiş.
Akşam olunca, bizimkiler, yorulmuş halde hediyeliklerden kalan boşluklara oturmuşlar. Ablam anne ve babama dönmüş: ‘ Zenginlik, şatafat, gösteriş, israf ne güzelmiş. Başım döndü. Siz hep böyle mi yaşadınız’ demiş. Annem derin bir iç çekmiş: ‘ Olur mu kızım bizim de fakirlik zamanlarımız oldu’ deyip anlatmaya başlamış:
“Çamaşır makinemiz yoktu, sizin bezlerinizi ellerimle yıkadım. Çocukken hiç oyuncağınız olmadı. kırtasiyeciden uçurtma alamazdık, gazete kağıtlarından, undan yapıştırıcıyla uçurtma yapardık. Ben, limon ve elma kabuklarını hiç ziyan etmezdim. Temizlikle kullanılmak üzere kabuklardan sirke kurduruyor, bir kase çorba ve salatayla öğün kurtarıyor, zeytin ve hurma çekirdeklerini atmıyor, sos yapıyordum.
Kasım Maşalı mahallesinde otururken okul harçlığımı çıkarmak için kağıtlı şeker satardım, simit 10 kuruştu, akşamdan 2.5 kuruşa bayat simit alırdım, onları buhara yatırır, 5 kuruşa satardım. Okula yamalı ayakkabılarla gidiyordum, annem bakraçlara buz koyardı, su satardım, kağıt yumaklarından, bez parçalarından top yapardım, topum yoktu.
Sizin için yemek porsiyonlarını küçültüp öyle yediriyordum. Alışverişe listeyle gidiyordum. Sokakta oynarken “en büyük hayalin nedir” diye soran televizyon muhabirine “evde yiyecek olması” diye cevap vermiştim”
Ablam çok şaşırmış… Sormadan edememiş: ‘Peki ne oldu bugün böyleyiz’ demiş:
Annem gözlerini kısmış ve ağır ağır konuşmaya başlamış:
“Biz hiç ‘kaderimiz’ demedik. Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır, dedik. Sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır. Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır’ dedik”
Ve o günden sonra ailemizin Ak günleri başlamış.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)