Önce iş/işsizlikten söz etmek isterim. Çünkü, sayısal değerlere göre Türkiye’nin en önemli sorunları arasında yer alıyor. Sen çıktın, dedin ki; ‘işsizlik yok, iş beğenmiyorlar”… Geçen gün engelliler gününü kutladık; tabii..
Önce iş/işsizlikten söz etmek isterim. Çünkü, sayısal değerlere göre Türkiye’nin en önemli sorunları arasında yer alıyor.
Sen çıktın, dedin ki; ‘işsizlik yok, iş beğenmiyorlar”… Geçen gün engelliler gününü kutladık; tabii bol süslü sözler senden geldi. Lakin, ‘gözlerin görmediği halde sana iş vermişiz’ diye bir engelliye ‘ayar’ çektiğin için bu cicili sözler sende çok eğreti durdu.
Yine de ‘iş beğenmiyorlar’ sözünü kendimde çok sorguladım.
İsmini vermek istemem; bir kurumda, alt yönetici pozisyonundayım ( alt yönetici demek, üst düzey görev alt düzey yetkili demek), bir gün patron çağırdı, ofise bir eleman göndereceğini ‘iş’ vermemi istedi. Aslında ofise personel gerekmediğini patron da biliyordu. İş’in niteliğine göre görevlendirmem gerekiyor, ama, iş’ten anlamadığı, iş’le ilgisi olmadığı belliydi. ‘Partiden’ gönderildiği için ‘iş’ bilmesinin gerekmediğini anlamıştım. Dolayısıyla ofisteki görev yapan bir arkadaşın ‘iş’ini’ ikiye bölmüştüm… Bir kişilik iş’i iki kişi yapıyordu artık. (Sonraları yeni gelenlerle bir kişilik iş’i üç kişi yapar olmuştu). Bir süre bu duruma pek aldırmadım. Ta ki, yeni alınan elamanın iş’inin önemli bir kısmını ben yaptığım halde, maaş bordrosunda benden yüksek ücret aldığını görene kadar. Bu durumu ‘mali’ işlerden sorumlu yöneticiye sormaya çalıştım ‘ Orası seni ilgilendirmez’ cevabını aldım.
Tabii ben ‘iş’ime bakmaya devam ettim. Üzerinden çok geçmedi. Ofise bir gün bir eleman daha geldi. Bazen ofis arkadaşlarımla şaka yollu sohbet yapardım. Meçhul eleman geldiğinde, bir öncekinin ‘torpille’ geldiğini bildiğim için, hemen ‘ Sen kimden torpillisin?’ diye soruvermiştim. O ara, çalışma arkadaşım işaret parmağını ağzına getirerek ‘sus’ işareti yapıyordu. Geç gördüm. Ben öyle dedim ya, meçhul eleman ofisten çıktı-gitti. Arkadaşım meçhul elemanın ‘üst mü üst’ birisi tarafından gönderildiğini söyledi. ‘Çuvalladım’ dedim. Ertesi gün bir yolunu bulacaktık artık.
Sonraki gün heyecanla yeni elemanı bekledik, ama gelmedi. Bir sonraki, bir sonraki gün bekledik, yine gelmedi. İş’inden ettiğim için üzüldüm diye düşünürken, ‘üzülme’, dediler. Bir diğeri ofiste olduğu halde iş yapmadan benden fazla para alıyordu, ‘bu’ ise ofise hiç gelmeden para alıyordu. Bankamatikten maaş aldığı için ücretini hiç öğrenemedim.
Herkesin iş’ine burnumu sokmak istemediğim için diğer ofis çalışanlarıyla ilgilenmezdim. Bu olaylardan sonra bir gezineyim dedim. Birçoğunu yeni görüyordum. Sormaya başladım. Mübarek sanki sülaleyi sordum. Soruyorum, ‘Teyzesinin oğlu’ diyorlar,
Soruyorum ‘ Amcasıdır’,
Soruyorum ‘ Halasının kızı ’ diye cevap veriyorlar.
Yok anasını, derken…
‘Anası değil, ama eşi de burada’ dediler.
Bir gün patron işletmeyi devretmek zorunda kaldı. Artık yeni patronumuz vardı. Sevindim tabii ki. En azından herkes yerli-yerini bilecekti. Oldu da. Herkes ‘yerli-yerinden’ oluverdi.
Durumu değerlendireceğiz ya… Yan ofise geçtim. Baktım yeni bir ‘tip’… Kimdir?, diye sordum. Yeni patronun ‘damadıymış’… O günden sonra ofisimden hiç çıkmadım.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)